Yatağımı çok seviyorum.
Kendimi güvende ve güçlü hissediyorum.
Orda hayallerin dibine vuruyorum.
Hep kararlar alıyorum.
Evet yarın böyle böyle yapmaya başlıcam diyorum.
Sabah kalktığımda hiçbirinden eser kalmıyor.
Karar aldığımı bile hatırlamıyorum, hatırlasam da üşeniyorum ya da beceremiyorum.
Gece olduğunda bu olaylar yine tekrarlanıyor, sabah ise yine aynı sonuç.
Sabahları hiç sevmiyorum.
Keşke hep gece olsa.
26 Aralık 2010 Pazar
22 Aralık 2010 Çarşamba
Ters Düz
Kaldırımda yürürken, karşıdan gelen bir sokak köpeğinin sizi görünce yolunu değiştirmesi ne kadar da ironik ve acı. Öyle değil mi?
19 Aralık 2010 Pazar
Ah Bu Ben..
Nerelere koşsam, saklanıp da gizlice mi ağlasam, nerelerde bulsam kendimi ya da çekilsem sahillere hayaller mi kursam? Yok mu bu ben, ne istediğini bi bilse..
Aslında biliyo az çok. Bu yazı evdeki terkedilmişliğin verdiği gazla ya da durumla yazılmış olabilir. Kimsecikler yok, bizimkiler arkadaşlarına mangal keyfine gitmişler. Abim de yok evde, muhtemelen sevgilisiyle. Ha mangal demişken ben burda açlıktan ölüyorum, onlar orda keyif yapıyo. Bi payımı getirmesinler bakalım noluyo !
Nerde kalmıştık? Iı şey işte. Böyle kendimi dışarı atasım var. Özellikle alışveriş yapasım var. Paramda yok anasını satıyım mal mal mağaza gezip hiçbişey almadan çıkmak da hiç bana göre değil. Yani bişey almayacağım kesinse, alışverişe çıkmak tam anlamıyla iç karartıcı benim için. Geçen göz ucuyla gezdim ve çok güzel şeyler keşfettim. Bu sefer marka vermicem ulan, bedavaya reklam yapıyoruz valla! Neyse babam öbür aya hepsini halledicez diyor bende şimdiden ön hazırlık yaptım. Ama bu buz parçasının görünen kısmı. Çünkü alışveriş yalancı istek şuan benim için, geçici mutluluk gibi. Benim böyle gezip tozasım, dünya turuna çıkasım, yeni şeyler keşfedesim geldi. Hayır hayatımdan değil, kendimden sıkıldım bu sefer. Değişiklik olsun diyorum ama onun için çabaladığım da yok. Bi de çok sabırsızım ki sormayın. Bişey olsun istiyosam hemen oracıkta olucak. Beklemeye tahammül yokmuş gibi artık. Değişmem lazım değişmem, ya da eski ben mi olmam lazım? Sıkıldım kendimden ben bile. Gidip kendime tost yapıcam, meyve suyumu da koyup içiçem. Karnımın doymuşluğunun verdiği duyguyla bi süreliğine mutlu hissedicem. Ha mutlu olmak demişken bizim yiğit eve döndü. Hangi yiğit diceksiniz şu komadaki telefonum. Doktor amcalar uzun bi ameliyattan sonra kendine getirmiş. Beyne giden sinirler zedelenmiş. Yani açılır kapanır kapağın altında ki film kopmuş, ben size böyle anlatayım. Özel hastanede yattığı için 20 TL de masraf çıkartmışlar. Olsun geri geldi ve mutlu etti beni sonuçta. İyi bakın diye de tembihlemiş doktor amcalar. O değil kısa süreli ayrılıktan dolayı mesaj yazmakta zorlanıyorum. Annemin telefona mı dönsem acep? Görüyo musun işte yine ne istediğine bi karar verememe durumu? Şaka şaka bu sefer biliyorum, yiğidim benle kalıcak. Öyle işte.
*Bu da benden size kıyağım olsun. Mazhar Abi'den Ah Bu Ben..
Aslında biliyo az çok. Bu yazı evdeki terkedilmişliğin verdiği gazla ya da durumla yazılmış olabilir. Kimsecikler yok, bizimkiler arkadaşlarına mangal keyfine gitmişler. Abim de yok evde, muhtemelen sevgilisiyle. Ha mangal demişken ben burda açlıktan ölüyorum, onlar orda keyif yapıyo. Bi payımı getirmesinler bakalım noluyo !
Nerde kalmıştık? Iı şey işte. Böyle kendimi dışarı atasım var. Özellikle alışveriş yapasım var. Paramda yok anasını satıyım mal mal mağaza gezip hiçbişey almadan çıkmak da hiç bana göre değil. Yani bişey almayacağım kesinse, alışverişe çıkmak tam anlamıyla iç karartıcı benim için. Geçen göz ucuyla gezdim ve çok güzel şeyler keşfettim. Bu sefer marka vermicem ulan, bedavaya reklam yapıyoruz valla! Neyse babam öbür aya hepsini halledicez diyor bende şimdiden ön hazırlık yaptım. Ama bu buz parçasının görünen kısmı. Çünkü alışveriş yalancı istek şuan benim için, geçici mutluluk gibi. Benim böyle gezip tozasım, dünya turuna çıkasım, yeni şeyler keşfedesim geldi. Hayır hayatımdan değil, kendimden sıkıldım bu sefer. Değişiklik olsun diyorum ama onun için çabaladığım da yok. Bi de çok sabırsızım ki sormayın. Bişey olsun istiyosam hemen oracıkta olucak. Beklemeye tahammül yokmuş gibi artık. Değişmem lazım değişmem, ya da eski ben mi olmam lazım? Sıkıldım kendimden ben bile. Gidip kendime tost yapıcam, meyve suyumu da koyup içiçem. Karnımın doymuşluğunun verdiği duyguyla bi süreliğine mutlu hissedicem. Ha mutlu olmak demişken bizim yiğit eve döndü. Hangi yiğit diceksiniz şu komadaki telefonum. Doktor amcalar uzun bi ameliyattan sonra kendine getirmiş. Beyne giden sinirler zedelenmiş. Yani açılır kapanır kapağın altında ki film kopmuş, ben size böyle anlatayım. Özel hastanede yattığı için 20 TL de masraf çıkartmışlar. Olsun geri geldi ve mutlu etti beni sonuçta. İyi bakın diye de tembihlemiş doktor amcalar. O değil kısa süreli ayrılıktan dolayı mesaj yazmakta zorlanıyorum. Annemin telefona mı dönsem acep? Görüyo musun işte yine ne istediğine bi karar verememe durumu? Şaka şaka bu sefer biliyorum, yiğidim benle kalıcak. Öyle işte.
*Bu da benden size kıyağım olsun. Mazhar Abi'den Ah Bu Ben..
13 Aralık 2010 Pazartesi
Gık Dedi Ve..
Herkesin olduğu gibi benimde bi cep telefonum var. Daha doğrusu vardı. Ama gelin görün ki ben onu kaybetmek üzereyim, belki de kaybettim. Kendisi çok hasta. Hatta yoğun bakımda şuan. Gelin hikaye nasıl başlamış ordan anlatıyım.
Samsung marka bi cep telefonum vardı, iş görürdü. Temiz ve iyi kullandığım için beni baya götürdü. Hakkını yiyemem az da anım yok hani. Geçenlerde bi hastalık kaptı. Nası oldu bilmiyorum ama hoparlörü bozuldu. Konuştuğumda ses karşıya gidiyor fakat onların sesi bana gelmiyodu. Hemen çaresini buldum kulaklıkla idare etmeye başladım. Tabi gıcık bi iş telefon çalıyor, siz bi yandan onu takmaya çalışıyosunuz falan. Herneyse. Ben bu yiğidi böyle idare ettim. O kadar emeği var satmadım yani hemen. Ama gelin görün ki fazla mesajlaşmadan olsa gerek titreşiminde de bi hastalık kapma durumu olmuş. Ciğerleri su toplamış. Kapak açıkken titreyen telefon, kapak kapandığında titremiyor.(Samsungun sürgülü kapakları olur ya) Ateşi de çıktı. Ne yaptığını bilemedi bu. Bi gün geçmedi hastalık ilerledi ve kapak açıkken de titremeyi kesti. Artık yaşamsal fonksiyonlarından sadece görme kalmıştı. Ses yok, titreşim yok sadece görüntü vardı.Alarm bile kuramıyodum yahu! Neyse dedim ben mesajlaşarak idare ediyorum, titremesin, çalmasın hıh. Mesaj gelir, telefon çalar, telefon ne titrer ne de ses çıkarır. Sadece ekranda bi görüntü o kadar. Sürekli telefona bak dur tabi istemeden. Ardından bi kaç gün geçti ve bilgisayar başındayken telefon da hemen bilgisayarın yanında şöyle güzelce yatıvermiş dinleniyordu. Mesaj gelicekti, hissetmiştim. Monitör de bi kıpırdanma, bi dalgalanma oluşuverdi ki telefonun ekrana " 1 mesaj alındı " yazısı gelmesiyle birlikte telefonun son yaşamsal fonksiyonu olan görüntü de gık dedi ve gitti. Evet artık o çok hastaydı. Sesi, titreşimi ve görüntüsü yoktu ama benimdi. 15 güne yayılı bi süreçte sırasıyla tek tek ardı ardına kaybetti yaşamsal tüm fonksiyonlarını. Her durumda imdada koşan anne, burda da telefonuyla imdada koştu. Her Türk genci gibi annenin telefona çöküldü. - seni seviyorum anne - Şuan annemin telefonuyla idare ediyorum. Fena da değil ha sanki daha hızlı mesaj yazar oldum.
Sonuçta benim yiğit şuan hasta ve yoğun bakımda. Yarın babam tamire götürücek. Dualarınızı eksik etmeyin de çabucak kendine geliverip yuvasına geri dönsün.
Samsung kullanıcıları için not :
Eğer telefonunuzda aşağıdaki belirtiler varsa :
* Bu yazı tüm telefon kullanıcılarına ithafen yazılmıştır.
Samsung marka bi cep telefonum vardı, iş görürdü. Temiz ve iyi kullandığım için beni baya götürdü. Hakkını yiyemem az da anım yok hani. Geçenlerde bi hastalık kaptı. Nası oldu bilmiyorum ama hoparlörü bozuldu. Konuştuğumda ses karşıya gidiyor fakat onların sesi bana gelmiyodu. Hemen çaresini buldum kulaklıkla idare etmeye başladım. Tabi gıcık bi iş telefon çalıyor, siz bi yandan onu takmaya çalışıyosunuz falan. Herneyse. Ben bu yiğidi böyle idare ettim. O kadar emeği var satmadım yani hemen. Ama gelin görün ki fazla mesajlaşmadan olsa gerek titreşiminde de bi hastalık kapma durumu olmuş. Ciğerleri su toplamış. Kapak açıkken titreyen telefon, kapak kapandığında titremiyor.(Samsungun sürgülü kapakları olur ya) Ateşi de çıktı. Ne yaptığını bilemedi bu. Bi gün geçmedi hastalık ilerledi ve kapak açıkken de titremeyi kesti. Artık yaşamsal fonksiyonlarından sadece görme kalmıştı. Ses yok, titreşim yok sadece görüntü vardı.Alarm bile kuramıyodum yahu! Neyse dedim ben mesajlaşarak idare ediyorum, titremesin, çalmasın hıh. Mesaj gelir, telefon çalar, telefon ne titrer ne de ses çıkarır. Sadece ekranda bi görüntü o kadar. Sürekli telefona bak dur tabi istemeden. Ardından bi kaç gün geçti ve bilgisayar başındayken telefon da hemen bilgisayarın yanında şöyle güzelce yatıvermiş dinleniyordu. Mesaj gelicekti, hissetmiştim. Monitör de bi kıpırdanma, bi dalgalanma oluşuverdi ki telefonun ekrana " 1 mesaj alındı " yazısı gelmesiyle birlikte telefonun son yaşamsal fonksiyonu olan görüntü de gık dedi ve gitti. Evet artık o çok hastaydı. Sesi, titreşimi ve görüntüsü yoktu ama benimdi. 15 güne yayılı bi süreçte sırasıyla tek tek ardı ardına kaybetti yaşamsal tüm fonksiyonlarını. Her durumda imdada koşan anne, burda da telefonuyla imdada koştu. Her Türk genci gibi annenin telefona çöküldü. - seni seviyorum anne - Şuan annemin telefonuyla idare ediyorum. Fena da değil ha sanki daha hızlı mesaj yazar oldum.
Sonuçta benim yiğit şuan hasta ve yoğun bakımda. Yarın babam tamire götürücek. Dualarınızı eksik etmeyin de çabucak kendine geliverip yuvasına geri dönsün.
Samsung kullanıcıları için not :
Eğer telefonunuzda aşağıdaki belirtiler varsa :
- Hoparlörün bozulması(boğazların ağrıması)
- Titreşimin bi gidip bi gelmesi(yorgunluk ve halsizlik)
- Titreşimin tamamen gitmesi(ileri derece yorgunluk ve bitkinlik)
- Görüntünün gitmesi(bayılma, bilinç kaybı ve geçici kör olma durumu)
* Bu yazı tüm telefon kullanıcılarına ithafen yazılmıştır.
10 Aralık 2010 Cuma
Ya Yoksa Hocam?
"Bu dünyada adalet yok. Herkes kör, herkes sağır. Kimse kimseyi dinlemiyor, duymuyor. Benim isyanım buna işte. Sonra bütün herkes bana serseri diyor. Serseri olan dünya, ben değilim."
6 Aralık 2010 Pazartesi
Rosalinda Ayyamor Ayamor!
Rosalinda diye bi dizi vardı, benim gençlik yıllarıma tekabül eden. Yaklaşık 11 yaşında falanım :P Yeni nesil bilmez o yüzden okumasın bu yazıyı, gitsin cdsini alsın yok lan gidip netten indirip izlesin. Sarmazsa adam değilim. Herneyse şimdi bu Jose Fernando vardı ya sarışın zengin piçi ama iyi olanlarından. İşte bu adam kimin oğluymuş biliyo musunuz?
RICHARD GERE! Tabi yersen. O değil de çok benzemiyolar mı sizcede? Aralarında 17 yaş varmış. Bizim Fernando Venezuela doğumlu. Richard Gere'in gençlik yıllarında Venezuela'dan bi hatunla işi pişirip Fernando'nun doğduğuna inanmaktayım. Şu kaş, şu göz, şu dudak, şu saçlar.. Sarıl oğlum Fernando babana.
*Ay Amor: Ah aşkım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)