26 Aralık 2010 Pazar

Hiç Kimse Bilmez

Yatağımı çok seviyorum.
Kendimi güvende ve güçlü hissediyorum.
Orda hayallerin dibine vuruyorum.
Hep kararlar alıyorum.
Evet yarın böyle böyle yapmaya başlıcam diyorum.
Sabah kalktığımda hiçbirinden eser kalmıyor.
Karar aldığımı bile hatırlamıyorum, hatırlasam da üşeniyorum ya da beceremiyorum.
Gece olduğunda bu olaylar yine tekrarlanıyor, sabah ise yine aynı sonuç.
Sabahları hiç sevmiyorum.
Keşke hep gece olsa.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Ters Düz

Kaldırımda yürürken, karşıdan gelen bir sokak köpeğinin sizi görünce yolunu değiştirmesi ne kadar da ironik ve acı. Öyle değil mi?

19 Aralık 2010 Pazar

Ah Bu Ben..

Nerelere koşsam, saklanıp da gizlice mi ağlasam, nerelerde bulsam kendimi ya da çekilsem sahillere hayaller mi kursam? Yok mu bu ben, ne istediğini bi bilse..

Aslında biliyo az çok. Bu yazı evdeki terkedilmişliğin verdiği gazla ya da durumla yazılmış olabilir. Kimsecikler yok, bizimkiler arkadaşlarına mangal keyfine gitmişler. Abim de yok evde, muhtemelen sevgilisiyle. Ha mangal demişken ben burda açlıktan ölüyorum, onlar orda keyif yapıyo. Bi payımı getirmesinler bakalım noluyo !

Nerde kalmıştık? Iı şey işte. Böyle kendimi dışarı atasım var. Özellikle alışveriş yapasım var. Paramda yok anasını satıyım mal mal mağaza gezip hiçbişey almadan çıkmak da hiç bana göre değil. Yani bişey almayacağım kesinse, alışverişe çıkmak tam anlamıyla iç karartıcı benim için. Geçen göz ucuyla gezdim ve çok güzel şeyler keşfettim. Bu sefer marka vermicem ulan, bedavaya reklam yapıyoruz valla! Neyse babam öbür aya hepsini halledicez diyor bende şimdiden ön hazırlık yaptım. Ama bu buz parçasının görünen kısmı. Çünkü alışveriş yalancı istek şuan benim için, geçici mutluluk gibi. Benim böyle gezip tozasım, dünya turuna çıkasım, yeni şeyler keşfedesim geldi. Hayır hayatımdan değil, kendimden sıkıldım bu sefer. Değişiklik olsun diyorum ama onun için çabaladığım da yok. Bi de çok sabırsızım ki sormayın. Bişey olsun istiyosam hemen oracıkta olucak. Beklemeye tahammül yokmuş gibi artık. Değişmem lazım değişmem, ya da eski ben mi olmam lazım? Sıkıldım kendimden ben bile. Gidip kendime tost yapıcam, meyve suyumu da koyup içiçem. Karnımın doymuşluğunun verdiği duyguyla bi süreliğine mutlu hissedicem. Ha mutlu olmak demişken bizim yiğit eve döndü. Hangi yiğit diceksiniz şu komadaki telefonum. Doktor amcalar uzun bi ameliyattan sonra kendine getirmiş. Beyne giden sinirler zedelenmiş. Yani açılır kapanır kapağın altında ki film kopmuş, ben size böyle anlatayım. Özel hastanede yattığı için 20 TL de masraf çıkartmışlar. Olsun geri geldi ve mutlu etti beni sonuçta. İyi bakın diye de tembihlemiş doktor amcalar. O değil kısa süreli ayrılıktan dolayı mesaj yazmakta zorlanıyorum. Annemin telefona mı dönsem acep? Görüyo musun işte yine ne istediğine bi karar verememe durumu? Şaka şaka bu sefer biliyorum, yiğidim benle kalıcak. Öyle işte.

*Bu da benden size kıyağım olsun. Mazhar Abi'den Ah Bu Ben..

13 Aralık 2010 Pazartesi

Gık Dedi Ve..

Herkesin olduğu gibi benimde bi cep telefonum var. Daha doğrusu vardı. Ama gelin görün ki ben onu kaybetmek üzereyim, belki de kaybettim. Kendisi çok hasta. Hatta yoğun bakımda şuan. Gelin hikaye nasıl başlamış ordan anlatıyım.

Samsung marka bi cep telefonum vardı, iş görürdü. Temiz ve iyi kullandığım için beni baya götürdü. Hakkını yiyemem az da anım yok hani. Geçenlerde bi hastalık kaptı. Nası oldu bilmiyorum ama hoparlörü bozuldu. Konuştuğumda ses karşıya gidiyor fakat onların sesi bana gelmiyodu. Hemen çaresini buldum kulaklıkla idare etmeye başladım. Tabi gıcık bi iş telefon çalıyor, siz bi yandan onu takmaya çalışıyosunuz falan. Herneyse. Ben bu yiğidi böyle idare ettim. O kadar emeği var satmadım yani hemen. Ama gelin görün ki fazla mesajlaşmadan olsa gerek titreşiminde de bi hastalık kapma durumu olmuş. Ciğerleri su toplamış. Kapak açıkken titreyen telefon, kapak kapandığında titremiyor.(Samsungun sürgülü kapakları olur ya) Ateşi de çıktı. Ne yaptığını bilemedi bu. Bi gün geçmedi hastalık ilerledi ve kapak açıkken de titremeyi kesti. Artık yaşamsal fonksiyonlarından sadece görme kalmıştı. Ses yok, titreşim yok sadece görüntü vardı.Alarm bile kuramıyodum yahu! Neyse dedim ben mesajlaşarak idare ediyorum, titremesin, çalmasın hıh. Mesaj gelir, telefon çalar, telefon ne titrer ne de ses çıkarır. Sadece ekranda bi görüntü o kadar. Sürekli telefona bak dur tabi istemeden. Ardından bi kaç gün geçti ve bilgisayar başındayken telefon da hemen bilgisayarın yanında şöyle güzelce yatıvermiş dinleniyordu. Mesaj gelicekti, hissetmiştim. Monitör de bi kıpırdanma, bi dalgalanma oluşuverdi ki telefonun ekrana " 1 mesaj alındı " yazısı gelmesiyle birlikte telefonun son yaşamsal fonksiyonu olan görüntü de gık dedi ve gitti. Evet artık o çok hastaydı. Sesi, titreşimi ve görüntüsü yoktu ama benimdi. 15 güne yayılı bi süreçte sırasıyla tek tek ardı ardına kaybetti yaşamsal tüm fonksiyonlarını. Her durumda imdada koşan anne, burda da telefonuyla imdada koştu. Her Türk genci gibi annenin telefona çöküldü. - seni seviyorum anne - Şuan annemin telefonuyla idare ediyorum. Fena da değil ha sanki daha hızlı mesaj yazar oldum.

Sonuçta benim yiğit şuan hasta ve yoğun bakımda. Yarın babam tamire götürücek. Dualarınızı eksik etmeyin de çabucak kendine geliverip yuvasına geri dönsün.

Samsung kullanıcıları için not :

Eğer telefonunuzda aşağıdaki belirtiler varsa :
  1. Hoparlörün bozulması(boğazların ağrıması)
  2. Titreşimin bi gidip bi gelmesi(yorgunluk ve halsizlik)
  3. Titreşimin tamamen gitmesi(ileri derece yorgunluk ve bitkinlik)
  4. Görüntünün gitmesi(bayılma, bilinç kaybı ve geçici kör olma durumu)
Eğer birinci seçenekteyseniz telefonunuzu en yakın telefon yetkilisine götürüp yıllık onarım bakım işlemlerini yaptırınız. Aksi taktirde ikinci, üçüncü ve dördüncü seçenekler 15 güne yayılı süreçte tüm telefonunuza yayılıp, iç organlarını yok edip onu bitkisel hayata doğru iten bir yola sokacaktır. Herkesi uyarmanız dileğiyle.

* Bu yazı tüm telefon kullanıcılarına ithafen yazılmıştır.

10 Aralık 2010 Cuma

Ya Yoksa Hocam?

"Bu dünyada adalet yok. Herkes kör, herkes sağır. Kimse kimseyi dinlemiyor, duymuyor. Benim isyanım buna işte. Sonra bütün herkes bana serseri diyor. Serseri olan dünya, ben değilim."

6 Aralık 2010 Pazartesi

Rosalinda Ayyamor Ayamor!

Rosalinda diye bi dizi vardı, benim gençlik yıllarıma tekabül eden. Yaklaşık 11 yaşında falanım :P Yeni nesil bilmez o yüzden okumasın bu yazıyı, gitsin cdsini alsın yok lan gidip netten indirip izlesin. Sarmazsa adam değilim. Herneyse şimdi bu Jose Fernando vardı ya sarışın zengin piçi ama iyi olanlarından. İşte bu adam kimin oğluymuş biliyo musunuz?


RICHARD GERE! Tabi yersen. O değil de çok benzemiyolar mı sizcede? Aralarında 17 yaş varmış. Bizim Fernando Venezuela doğumlu. Richard Gere'in gençlik yıllarında Venezuela'dan bi hatunla işi pişirip Fernando'nun doğduğuna inanmaktayım. Şu kaş, şu göz, şu dudak, şu saçlar.. Sarıl oğlum Fernando babana.

*Ay Amor: Ah aşkım.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Burda Soruları Ben Sorarım

Yarın yapı malzemesi sınavım var ve hocada slaytlardan ders anlattığı için anlarsınız ki bende derse slaytlardan çalışıyorum. Ama elimin altında bilgisayar olduğundan ders çalışma kısmı fazlasıyla kaynıyo. Gözüme bir şey takıldı yazasım geldi. E slayt dedik resmini de koyalım.




Çok kazık yerden sordun. SOK GÖTÜNE ! diyesim geldi bu slaytı görünce. Affınıza sığınırım ders çalışmanın verdiği psikoloji ile yaptığımın etkisini unutmayın. Arada daha komik şeyler var ama ben sinirimi bunla deşarj ettiğim için size bu denk geldi. Öyle işte, ben bu betonları napıyomuşuz onu öğreniyim. Diğer slaytlara da bi geçiş yapıyım diyorum yoksa yarın o betonlar adama değil bana girecek. Haydin öpücükler.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Biri Beni Durdursun !

Başlığı yazdıktan sonra bile üşendim yazıyı yazmaya. Üşengeç bi insanımdır, hakkımı yemiyim şimdi. Ama bu seferki üşengeçliği bile geçti aştı ulan. Mesela bu yazıyı yazmadan önce baya bi üşendim sonra tuvalete gittim ( sıkıysa üşen gitme ) sonra geri geldim ay ne biliyim işte düşünüp cümle kurmaya bile üşendim. O değil de benim sınavlarım başlıcak biliyo musunuz? Çok üşeniyorum çalışmaya. İstememek değil yani benimkisi, sadece üşengeçlik. Çok rahata alıştım, götüm kudurdu. Kendime gelmem lazım. Araba altta okula git gel. Ders çalışma. Yemek önüne gelsin. Yediğin önünde yemediğin arkanda. Battı bana heralde. Şu sınavlarada benim yerime çalışacak ya da girecek bi gönüllü yok mu yahu? Parası neyse vericem söz. Hatta hazır sınavlara girmişken devam etsin, diplomayı alsın. Hesabı çıkışta hallederiz. O değil de dişimde çok ağrıyo be. Bütün tatlı, şeker ve türevlerini yemekten komaya giricem. Midem bulandı falans artık.Ay çok üşendim daha fazla saçmalamadan kesicem yazıyı burda ama sosyal içerikli mesaj veriyim bari :

Vizeler yaklaşıyo gençler, tehlikenin farkında mısınız ?

28 Ekim 2010 Perşembe

Bu Böyle

Piç erkek sevilir.
Seven s*kilir.
S*ken sevilir.
Bu böyle.


Şiir gibi oldu askjfşldmljk.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Bir Varmışım Bir Yokmuşum

Uzun zamandır yazamıyodum blog. Hatta yazmayı bırak bloglara bakıp yazıları bile okuyamıyodum. Koptum lan sanki senden biraz. Aramızda olan ilişkideki cicim ayları bitti mi yoksa? Ha? sen söyle blog. Yalan mıydı her şey?

Tamam sakin ol, cıvıtma diyorum kendime. O değilde harbiden uzaklaştım biraz. Nete bile çok girmiyorum. Okul başladı zaten. Rutin bi düzen var önümde. Ve hatta inanmayacaksınız ama saat 10-11 de falan kalkmaya başladım ki ben geceleri 3 den aşağı yatmayan öğlen 1den önce kalkmayan bi insandım. Şimdi en geç gece 1, sabah en geç 12. Gurur duydum kendimle. İstenince oluyomuş. Vay be neymişim ben?! :D Herneyse, okul yüzünden hafif düzeni topladım gibi sanki. Kışa ayak uydurmaya başlıyorum. Tek sorun daha okula ayak uyduramadım. Lan dersler zor sanki. Çok çalışmak gerek çok. Pek zamanımda kalmıyo. Kemanda çalışamadım. Acilen elime almam lazım yoksa önümüzdeki ders felaket olabilir. Ha bi de bu zamansızlıkta piyangodan çıkan bi izmire yolculuk var. Hafta sonu bi izmir time yapiciiz. Bol atraksiyonlu olsun ki buraya da yazacak bişeyler çıksın dimi ama? :)) Gelişmelerle dönmek dileğiyle. Öpücükleeer.

23 Eylül 2010 Perşembe

dım dım dırı dım dım dım dım

Hala çıkartamadınız mı melodiyi? Back to the Future'u aklınıza getirin, genelde filmin sonunda ya da doktorla marty bir şeyi başardığında girerdi arkadan bu müzik. Dım dım dırı dım dım dım dım..

Filmin her serisini abartısız rahat 7-8 kez izlemişimdir, hem de sıkılmadan. Şimdi olsun, yine izlerim. Back to the Future lan bu, boru mu? O filmdeki havayı, tadı almak, hissedebilmek.. Ama kızgınım size biraz. 2015 yaklaşıyor ama uçan kaykaylardan eser yok. Çok kırıldım. Herneyse, insanın hayatındaki duygulara yakın gelen, zaman zamanda değişen müzikler, melodiler vardır. Kimi zaman dibe girmek için dipten şarkılar, kimi zaman coşmak için deli dolu şarkılar, müzikler.. Her insan özdeşleştirir kendini bi şekilde. Ben de bunu özdeşleştirmek istiyorum. Öyle şeyler olsun ki duygularım, dudaklarım, ellerim, vücudum dım dım dırı dım dım dım dım desin. Bir şeyi başarmış, hedefe ulaşmış, mutlu hissetmeme yol açmış gibi. Gaz versin bana. Bir sürü şey olabilir, hani Amerikaya gitmek falan olsa dım dım dırı dım dım dım dım bile az kaçar belki .p

Neyse benim ders kaydı için okula uğramam farz oldu. Görüşmek üzere, hepinize dım dım dırı dım dım dım dım'lı günler efenim.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Yaz mı bitti, Kış mı geldi ?


Valla böyle resimleri kızların bloglarında çok gördüğüm için özendim bende koydum. Hani biraz da uydu sanki yazın son zamanları gibisinden.

Yazın bittiğini ve okulların açılmasıyla sıkıcı güz dönemine girip, kışında yavaştan geldiğini görmemi sağlayan bi kaç husus :

- Yaz bitti, çünkü yarı çıplak yatarken şimdi üstüme ne örtsem diye düşünüyorum.

- Kış geldi, çünkü soğuktan kaçan sinekler evleri basmaya ve benim sinirlerimi hoplatmaya başladılar.

- Yaz bitti, çünkü tv'de esra erol ile cart curt diye programlar ve türevleri yayın kuşağında yerini aldı.

- Kış geldi, çünkü dizilerin yeni sezonlarının çoğunun başladığı haberleri geldi.

- Yaz bitti, çünkü sabah 4'de aydınlanan hava, şimdi 7'ye kadar bekleyince anca aydınlanıyor.

- Kış geldi, çünkü bütün arkadaşlar yarın okula geliyo musun diye soruyolar.

Veee yaz bitti lan çünkü hissediyorum bea.

16 Eylül 2010 Perşembe

Büyüdük Aniden

Geçen bi ilkokul arkadaşımdan haber aldım, askere gidiyomuş. 2-3 gün öncede mahallede benim yaşımda biri daha askere gitti. Şaka maka 20 yaşına geldik ve hep okuyoruz diye şikayet ederken 14 yıllık öğrencilik hayatımın ilk defa bi faydasını gördüm. Ne biliyim millet askere falan gitmeye başlamış. Ben o kadar büyümüş hissetmiyorum kendimi. Daha kendimle başa çıkamazken, evde tek bıraksalar 2 gün içinde evi batırıp, yiyecek - giyecek hiçbir şey bulamayacakken askere gidip vatanı korumak falan bana fazla büyüklere göre bi iş geliyor. Yanlış anlaşılmasın istemediğimden değil, sadece elime bi silah verip al bu senin, vatanımızı koruyacaklardan biri de sensin denilseydi fazla olurdu bana. O kadar büyük ve bu sorumluluğu kaldıracak kadar kendimi hazır hissetmiyorum.

Ne diyelim, tüm askerlere selam olsun. Her birisine ayrı ayrı hayırlı teskereler.

14 Eylül 2010 Salı

Sadece Türkçe !


Türkçe rock denilince atlardım her boka bilirmişim gibi. Dur bu çok fazla oldu kendime, bilirdim tabi. 4-5 yıl öncesine kadar takip ederdim en bilindik gruplardan hiç bilinmeyenlere. Ama arada kaçırdıklarım olmuş. Örneğin; Kargo. Ben bu grubu lisedeyken dinlediğim sen ağlama, yıldızların altında gibi cover parçalarıyla tanıdım. Şimdi bunlar eski parçaları coverlayınca ben bunların kendi yaptığı şarkılara biraz uzak kaldım. Hep aklımda cover grubuymuş gibi kaldı ve bende de 3-4 şarkıları hafızamda kaldı. Taa ki bi kaç ay öncesine kadar. Tesadüfen media playerda kafama göre şarkı dinlerken, hadi kargo dinleyeyim dedim. İlk önce açtım renklerin içinde, boğaziçi ardından ateş ve su falan. Baktım şarkılar hoş. Aç olum fizy'i dinle şunların bütün şarkılarını. Ve hepsine teker teker bayıldım. Dur gelir bir an, bad'lik amiri, seni seviyorum, sen uyurken, kalamış parkı, şairin ellerinde, çünkü çok zor, senle ya da sensiz, seninle başım dertte.. Ve bunun gibi bi çok parça. Feci derecede hoşuma gitti . Bunları kaçırdığım ve seni yanlış tanıdığım için özür dilerim Kargo. Koray'ın da gruptan ayrılması hiç iyi olmamış aslında. Çünkü dinlediğim parçaların çoğunda onun bi izi ve etkisi var. Son albümlerinde Mirkelam ile bi kaç parçaları fena değil yollar, iyi geceler gibi. Ama yinede Koray Candemir sanki bu grupla özdeşleşmişti. Kargo'nun Türkçe Rock'un oluşmasındaki sağlam gruplardan biri olduğunu düşünüyorum. Bildiğin Alternative Rock. Ne fazlası, ne eksiği. Tam oturmuştu bu grup. Herneyse, bi yanlıştan dönüp geç de olsa diğer şarkılarını keşfettim. Sizlere de şiddetle tavsiye olunur :)

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ben Eylülü Sevemedim Ki

Aslında sonbaharı severim, daha çok düşlerimde ya da bi filmde. Ama gerçek hayata gelince sonbahar benim üstüme çöküyor ve sanki ruhuma da yansımış oluyor. Ve ilk ayı eylül. Güzel bi isim aslında, hoş da gelmiyor değil. Ama bana eylülü hiç sevdirmediler, sevdiremediler. Eylül denilince hep okul telaşı, yazın kurduğun düzensizlik içindeki düzenden, tamamiyle farklı bi düzene geçiş, 3 aylık hayatının birden değişmesi falan filan aklıma geliyor. Mesela şimdiyi düşünürsek 1 hafta sonra okullar açılıyor ve bu da beni fazlasıyla germeye başladı şimdi. Yazın üşengeçliğim iyice arttı, bi de bu okul tekrar nerden çıktı diyesim var. Bayramdan da bişey anlamadım. Zaten çok sevmem, tatlı, çikolata kısmı hariç. E yaş da büyüdü artık para verende olmadığına göre banane bayramdan. Zaten tatildeyken bayram mı olur hiç? Olucaksa okullar falan açıkken pazartesi arefe olsun diğer 3 günü de yapıştır, cumayı da onlar zaten tatil yapar. Oooh oldu mu sana ondan önceki hafta sonuyla birlikte 9 günlük tatil. O zaman severim işte. Dedim ya geçiş ayı gibi eylül benim için. Bense bişeye bağlandığım, alıştığım zaman ondan kopmak istemem. Şimdi bu eylül beni tekrar farklı bi moda sokucak. Bu sene okulun daha zor olduğunu düşünürsek, of neyse düşünmüyorum.

Öyle işte eylülcüm, belkide senin hiç suçun yok. Seni bana yanlış tanıtıyorlar, yanlış zamanlarda karşılaşıyoruz.

12 Eylül 2010 Pazar

Deneme bir ki..

Kafamızda kurduğumuz bi kısa film olayı vardı. Eh öyle ya da böyle bi şekilde başardık. İlk sefer olduğu için ben buna biraz " kısa film denemesi " demek istiyorum açıkcası. Ama çekerken acayip derecede eğlendik. Mesela bi sahnede arkada kedi vardı. Dalga geçiyoruz, abi montajda atarız kediyi sorun değil falan .p Sanki çok profesyoneliz. Herneyse amatörcede olsa istediğimiz şeyi başardık. Siz de göz atmak isterseniz, linkler aşağıda. Şimdiden teşekkürler, iyi seyirler :)

Filmimizin adı " Karedeki Mutluluk "

Facebook hesabı olan sanırım izleyebilir, gizliliği ayarlamıştık.
http://www.facebook.com/video/video.php?v=1463141212740&ref=mf

http://www.youtube.com/watch?v=66s4z847AYA
http://www.ktunnel.com/index.php/1000000A/c189e02fcb4b94daa1c5870e4e7e4dc8e7264db9f0ffc91f0807761c90d43bacaa562205f716939719064

8 Eylül 2010 Çarşamba

Çünkü Burası..

Trafiğin tek yönden verildiği bi yolda, aklında " burası Türkiye " gibi bi cümle olduğundan hem sağına hem de soluna bakıp geçmek gayet normal(!) bi duyguymuş.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

29 Ağustos 2010 Pazar

Mimlenmişim Haberim Yok !

Aslında blogum yeni sayılır, ama sağolsun Mia mimlemiş beni. Ben de iş başa düştü, getir sorumluklarını yerine dedim kendi kendime. Bu arada mim ne bilmiyodum, daha yeni öğrendim. Affınıza sığınıyorum, daha çaylağım sonuçta. Hadi başlayalım.

1) Lakabın var mı varsa nedir?
- Tenten

2) Son zamanlarda diline dolanan şarkı?
- Of çok var aslında ama. Dolores O'riordan - Loser

3) En son ne zaman ve neye/kime aşık oldun?
- Bilmem. Ama yatağıma hep aşığımdır ben. Uykuyu çok severim, o yüzden rahatlatır. Ha bi de hep dinler beni, hiç sesini çıkarmaz.

4) En son okuduğun kitap/film?
- Çok kitap okuyan biri değilim ama en son geçen yıl okumuştum. Üstün Dökmen - Ladesci. Film ise, Powder.












Son zamanlarda en çok özlediğin..
- Sol taraftaki resimdeki gibi şapşal şapşal bakan köpeğimi.










6) Bir günlüğüne ünlü biri (oyuncu/şarkıcı/politikacı vs) olma hakkı tanınsaydı kim olurdun?
- Zachary Levi. Bu adam çok geziyo ve Chuck gibi bi dizide oynamak çok feci eğlenceli olurdu bence. E bi de Sarah var işin ucunda dimi ama :)


7) Yarın sabahki ilk planın?
- Planlarımı hep son dakika yaparım, sabah olsun bi bakalım hele.

8) En sevdiğin huyun?
- Gözlemci olmam.

9) Şuan ki bölümünde/mesleğinde olmasan ne olurdun?
- Onu bunu bilmem ama modanın içinde olmak isterdim. Stilist.

10) Okurken en zevk aldığın 3 blog?
- Şimdi sıralama yaptırmayın bana. Herkes de ayrı ayrı beğendiğim, ayrı bi samimiyet hissettiğim şeyler çıkıyor. Bir sürü blog geziyorum, okuyorum. Çok yorum yapamıyorum ama okumak zevkli geliyor, bilinsin yeter.


İlk mimi de böyle atlattık. Nasıl mimlenir bilmem ama zaten üşengecim. Benden bu kadar. İyi geceler sevgili blog sakinleri.


24 Ağustos 2010 Salı

Kirlenmek Güzeldir

Çevreme bakınca, insanlara çok çok normal gelen ama bana acayip derecede anormal gelen çok şey var. Arkadaşlık olsun, ilişki olsun, aile kavramı olsun, insanların kendiyle olan durumu olsun, para olsun, toplumsal bilinç olsun ve bla bla bla. Bir sürü şey işte. Ve bana kalırsa bu anormal durum o kadar çok yayılmış ki, anormal olan şeyler insanlara normalmiş, normal olan şeyler ise insanlara anormalmiş gibi gelmeye başladı. Yani ne olduğunu anlamadan kendini g*t gibi ortada buluyosun. Bu durumda da sömürülmeye mahkum kalıyosun ve iyi niyet suistimal edilmiş oluyor. Sonra soruyosun kendine ben bunları hak edicek bir şey yaptım mı diye? Yaptın tabi, neyine senin empati kurmak, karşındakini düşünmek, iyi niyetli olmak. Bok var sanki. Sende katılsana sürüye, yap onlar gibi.
Doğuştan bana verilen bir şey mi yoksa böyle bi çevrede yaşamadığım için mi yapamıyorum onlar gibi bilmiyorum. Ama en azından artık denicem. Ne de olsa biraz kirlenmek güzeldir (!)

Kutu Açılırsa

Geçenlerde içine bazı değerli şeyleri koyduğum kutumla görüşmem gerektiğini hissettirdi hayat. Bi anısı vardır her şeyin orda, onları hatırl...

Herneyse girmicem o kadar derine. Kes dedim kendime. İlk kullandığım cep telefonuna rasgeldim. Manevi değeri var, saklıyorum. Sonra bi açıyım dedim. Açtım ve neler görmedim ki. Kaç yıl öncesinin mesajları telefonun hafızasında duruyor. Bi garip oldum. Sonra benim değişik ruh hali içerisinde, lise dönemimde( yani hala ergeniz demek oluyo bu ) yazdığım bi kaç kendi sözümü buldum. Aslında bir sürü vardı ama sadece 3 tane kalmış. Birileri kurcalamış ya da kullanmış telefonu benim haberim olmadan, araştırmaya da çıkmak farz oldu.

Bulduklarımdan bazılarını paylaşasım geldi. Tamamiyle bana ait olup, kimse beğenmesede çocuklarım gibi severim.

  • Ben seni düşlerimde değil, düşlerimi sende görüyorum.
  • Satılmayı bekleyen boş bir ev gibi hep seni bekledim. Sen gelmeyince zamansız bir depreme yenildim.
  • Gözlerinin derinliklerinde kaybolmak isterdim, gözlerin beni göremeyecek kadar sığ olmasaydı eğer.

Daha başka bulursam ya da hatırlarsam belki onlarıda paylaşırım. Çocukluk işte yazmışız bir şeyler. Ha bi de ne lan bu, failsin sen gibi şeylerle gelirseniz bahanem hazır. Avealı değilim ben, üstüme gelmeyin abi.

P.s: Sadece beni tanıyanlar böyle iğrenç bi esprinin geleceğini anlamıştır ve hazmedebilmiştir.Diğerleri için sori.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Kopuk Düzen

Merak etmeyin, başlığa aldanıp siyasi ya da toplumsal içerikli sıkıcı bi yazı yazmıcam( aslında gerek de var, belki sonra ) Benim okuduğum üniversitede sadece bizim girdiğimiz yıl başlatılan ve sadece pilot bölüm olarak bizim bölümün seçildiği, daha açık olmak gerekirse koskoca okulda sadece bizim bölümün bizim dönemine vuran aptal bir ön şart sistemi var. Daha doğrusu vardı. Bugün okulun sitesinde gördüğüm ibare şudur :

" İnşaat Mühendisliği Bölümü'nde 2008-2009 Eğitim-Öğretim Yılı itibariyle başlatılan önşartlı ders geçme sistemi 2010-2011 Eğitim-Öğretim Yılı itibariyle uygulamadan kaldırılmıştır. "

Duyunca tabi baya bi sevindirik oldum çünkü 3. sınıfta bir sürü bağlı ders var ve bunların birinden bile kalmak bırakın dönem uzatmayı, yıl uzatmaya kadar gidiyor. Üstten ders almanı engelliyor. Bi nevi öğrenci çalışsın, ders bırakmasın, kassın diye getirilmiş ama sadece " getirilmiş " bi sistem. Getirirken hiç düşünmemişler bunun sonu nereye gider diye. Bu sistem yüzünden okulu bırakanlar oldu, 1. sınıfta yıl uzattıkları için. Böyle olacağı çok belliyken sorarım size e kardeşim ne diye getirdiniz bu aptal sistemi? Sınavlara g*tümüzü uçuklata uçuklata soktunuz. Hadi ben neyse verdim bi şekilde dersleri, okulu bırakıp gidenler, okuldan kopanlar oldu bu aptal sisteminiz yüzünden. Eh birazcık karı oldu o da, hocalar biraz toleranslı davranıp iteleme falan yaptılar. Şimdi bu sistem kalktı ya geleni geçeni bırakırlar eminim. Neyse ne diyelim, hatanın neresinden dönülürse kardır. Ön şart kalktı diye bende bi rahatlama olup da derslere yansımaz umarım =D

Hazır düzen demişken, ne uyku düzeni ne de yemek düzenim kaldı. Kaç gündür sabah 7-8 civarı yatıyorum, kalkmam ise bazen 5'i buluyor. Bu olaya bizimkiler ayak uyduramadığı için haliyle kalktığımda kahvaltı ayrı bi dert oluyor (mille nerdeyse akşam yemeğini yicek .p ) ve geceleri herkes yattığından ne bulsam da yesem derdi bana düşüyor. Çok aç kalıyorum lan geceleri acıyın biraz geç yatın ya. Olaylar biraz vahim. Öyle işte.

22 Ağustos 2010 Pazar

Biraz Benden, Biraz Senden, Aslında Hepimizden Bir Şey Var Bu Başlıkta

Sıkıcı, sıcak yaz gecelerinin verdiği duygusallıkla; hala adam olamamışlara, çocuk ruhunu kaybetmeyenlere gelsin benden, bizden, hepimizden.

" bir odam var, yerde kitaplar,
ne yapsam uçsam, kaybolsam,
uyuyalım artık, çok yorgunum inan, inan. "

Dinlemek isterseniz ;
http://fizy.com/#s/1aimcs

15 Ağustos 2010 Pazar

Ben Diyim Eşitsizlik, Siz Diyin Kıskançlık

Blog çok sade geldi, şöyle bi tema avına çıkayım dedim. Google amcamızdan yardım ala ala birşeyler de buldum sonunda ama hiçbiri içime sinmedi. Çok renkli, sağdan soldan arkadan önden bir sürü bok çıkan şeyler vardı. O da yazıların önüne geçiyomuş gibi geldi bana açıkcası. Çok çok güzel temalar da vardı ama..
İşte aması var. Hepsi kızların bloglarına " cuk " diye oturcak cinsten. Kıskandım valla. Bir sürü tema var hepside kızlara özel. Fıstık gibi bi de. Hani erkeklere göre yok mu? Var, var ama. Çok sıradan ve basit olmuş. Ne lan o öyle, insan adam gibi bişeyler yapar. Bi de kadın - erkek eşitliği var derler. Hani nerde, dandik temalar bize, en şekillileri size. Zaten eski sade, sıradan ama ferah gelen temama döndüm. Biz de bunlarla idare edicez artık napalım.
Haa, temalarla bitse yine iyi. Abi dışarı çıkarsın, her şey mi kızlara göre olur. Alışverişe gidersin, erkeklere göre en fazla 3-5 seçenek vardır. Gömlek, t-shirt, pantolon vs vs. Kızlara gelsek, lan seçenek bitmiyo. Geçen alışverişte gezerken girdik şöyle bi kaç mağazaya. Koton, zara falan. Abi içimden şöyle dedim. " Kız olsam, babam batmıştı " Çok güzel şeyler vardı beyler. Kız olsam, birini almaya başlarken, aa bu da güzel bunu da alıyım, sonra şunu da derken bütün mağazaya kapak atardım. Seçenek bol arkadaş. Özellikle jean t-shirt ikilisinden çok, elbiseler(hani şu tek parça halinde olanlar, başka adı var mı bilmiyorum,affınıza sığındım) hoşuma gidiyo kızlarda. Öyle giyinin kızlar. T-shirt kısmına gelirsek, erkeklerde yine seçenekler belli. Kassan bile çok bişey çıkmaz. Kısacası t-shirt işte lan diyosun falan. Kızlara gelince, abi deseni farklı, baskısı farklı,otu boku daha farklı, daha alımlı, daha güzel. Sonra bu erkekler niye bu kadar odun dersiniz.(Ne alakaysa şimdi .p ) Şimdi böyle her şey bayanlara yönelik yapılınca kıskandım lan. Biz de bu kadar seçenek yok. Şimdi anlıyorum sizi, o kadar elbiseniz olur ama yine de giyecek hiçbişeyim yok dersiniz. Çünkü seçenek çok, hangisini giyseniz bilemiyosunuz :D
Sonra diziler var, hepsi kızlara göre. Ha bi de küpe kısmına gelelim. Ne zaman küpe almaya kalksam hiç mi yeni bişey bulamam arkadaş? Hep aynı şeyler, farklı bişey yok. O kadar ara, tara yine de bulama, sonra almak için küpe al bazen. Kızlara gelsek, ohooo. Takı mı dersin, küpe mi dersin ne ararsan tonla çeşit. Erkekleri de düşünün biraz, seçenekleri çoğaltın ama böyle olmaz ki. Hep kızlar düşünülerek yapılıyo çoğu şey. Aaa, eşitmişiz bi de. Palavra. Ha sonra en basitinden bloglar var. Böyle her yazıda bi resim falan ekliyosunuz. Bazen alakalı bazen alakasız. Ama hoş geliyo. Mesela bunları da genelde kızlar yapıyo, çünkü onlara özgü bişeymiş gibi geliyo bana. O güzelim resimleri nerden buluyosunuz çok merak ettim açıkcası. Şu yazıya bişey bulayım dedim, sonra resim senin neyine otur oturduğun yerde yazınla kal dedim kendime. Ki görüldüğü üzere kalmışım öyle.
Araştırma yönünüzün bu konuda erkeklerden çok fazla olduğu kanısındayım.Kızlar arasında bi rekabet olur ya, belki de ondandır. Nerde ne var, ne en güzel, en iyi ben bilirim falan .p
Herneyse sadece kızlar değil, bazen bi erkek de bi kızı kıskanabilirmiş demek ki.

Hakkımda yanlış düşünmeyin, işin eğlenceli kısmından biraz bakmak istedim. Bu yazıda daha fazla elimde patlamadan ben kaçtım. İyi geceler sevgili blog sakinleri.

02:46

Hayatta beklentilerimi ne kadar az tutarsam o kadar az üzülürmüşüm.
Peki ne kadar çok tutarsam o kadar da çok sevinemez miyim?
Olmaz mı?

12 Ağustos 2010 Perşembe

Başlangıç


Nam-ı diğer Inception. Şimdi efendim, film baya bi tuttu. Herkes çok beğendim falan diyor. Hatta IMDB'de bile 3. sırayı almış, hasılatı da götürüyor bi yandan. Hal böyle olunca bi kritik yapayım dedim.

Christopher Nolan yapımı bi film olması açıkcası beklentimi artırdı. Ama The Prestige ve özellikle Memento gibi filmleri izleyince az çok neler izleyeceğimi de tahmin ettim. Biraz da düşündürüp, zekamızı kullanmamızı istiyor bu beyefendi filmi anlamak için.Herneyse, film başladı ve başlangıcında filmden pek bişey anlayamadık ve diğer sahnelerin gelmesini, olayın netleşmesini bekledik. Tabi o sıralar herkes kafasında " oha lan neler oluyor? " gibi sorular sormuştur kendisine. Nolan'ın filmleri daha çok diğer sahneler hakkında merak duygusu uyandırıp, hep bundan sonra nolucak,nası biticek gibi düşünceler uyandırdığından filmden sıkılmıyorsunuz. İlk rüya sahnesi bittikten sonra " vay be abi rüya falan, bi de kendimiz yaratıyoruz, iyiymiş " gibi düşünceler de oluşmaya başladı sonradan. Halı sahnesi çok hoştu ayrıca söylemeden geçemicem.Film ilerledikçe daha çok kafamıza oturmaya, olayları anlamaya başlıyorsunuz. Neyse filmi anlatmıyım, izleyen biliyodur zaten çok da iyi özet yapabilen biri değilimdir. Bu arada filmi izlerken biraz Matrix'le bağdaştırdım. Öyle çok değil, azıcık işte. Nedenini anlamışsınızdır zaten.

Benim en çok beğendiğim kısım oyuncu seçimleri olmuş. Oyuncular ve rolleri filme çok iyi oturmuş. Özellikle Saito ve Arthur rollerindeki adamlar benim fazlaca hoşuma kaçtı nedense. Ellen Page ve Marion Cotillard' da tam yerinde bi seçim olmuş bence. Marion da rolünü yine silip süpürmüş. Bu kadın ciddi anlamda özel bi yetenek, napıyor ne ediyor, yaşayarak mı oynuyor bu rolleri anlamadım. Kısacası etkiliyor. Cobb rolünde ise Leonardo'dan başka kimse oynayamazdı heralde. Brad Pitt dicem ama o da iyi kaçmazdı sanırım. Herneyse yazı uzuyo bi sona bağlamam lazım bi şekilde.Kısacası film güzeldi ama bana biraz fazla abartıldı gibi geldi. Ne biliyim fazla beğenen çıktı ve bi başyapıt havasını aldı. IMDB'de 3. sırayı alması çok çok fazla olmuş bence. Bir sürü başyapıt diyebileceğimiz film varken. Filmden çıktıktan sonra " oha abi, çok beğendim,mükemmeldi,süperdi, bi daha izleyelim " triplerine girmedim. Sadece güzel, zaman ayrılıp izlenmesi gereken hoş bi film dedim. Son sahnede ise sanki filmin sonu biraz bize bırakılmış. Yoksa ben hala gerçekten mi çocuklarına kavuştu yoksa o da mu rüyaydı çelişki içerisindeyim. Bendeki etkileri bunlar oldu. Siz yine de izleyin, izlettirin. Hadi bi de puan veriyim çok bilmiş gibi. 10 üzerinden 8 alır benden. Bi sinema eleştirmeni falan olmadığımdan ve çok iyi bilmediğimden ne kıyas alınıp puan veriliyor pek bilmem belirtiyim yinede. Sürç-i lisan ettiysek affola. Hepsi bu :)

10 Ağustos 2010 Salı

Alttaki Yazılar Var Ya Alttaki Yazılar

Başlık esprisine, alınmayın gençler.
Yazılarımı okudumda, biraz duygusal kaçmış sanki. Normal seviyede olunca çok sorun yok da, fazla olunca çok sıkıcı oluyo be. Kendimden sıkılmayımda .p
Neyse ben şimdi gidip dolabı karıştırıyım, bişeyler bulurum yemek için gece gece. Baktın bulamadık ne güne duruyor nutellamız heeeyytt! Sonrada vur kafayı yat oluum. Erken kalkmam lazım, keman kursumun ilk dersine gidicem. (Normalde 2 de falan kalkıyorum,12 gibi kalkmam gerekicek,erken bu oluyo, evet.) Ne bok yicem açıkcası bi fikrim yok. Şans dileyin bana.
Haydi öptüm, iyi geceleeer !

Iıı, Şey, Özledim Sanki.

Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek.

Herkesin kendi içinde sorguladığı ve anlamlar katmaya çalıştığı 3 zaman. Her birinde farklı şeyler yaşandı,yaşanıyor ve yaşanacak. Ama içlerinde biri var ki diğerlerini tamamiyle etkileyen, beni ise fazlasıyla düşündüren, özlettiren zat-ı muhterem geçmiş.

Şarkılarda bile görebilirsiniz bu durumu. Hep bi geçmişe özlem vardır. Büyüklerden " bizim zamanımızdayken şu şöyleydi, bu böyleydi. Şimdi nerdeee? " gibisinden laflar duyarız. Şimdiki durumumuzdan ve gelecekten de bahsedilir ama geçmiş diyorsak, işte insan orda bi dk duruyor ve düşünüyor. Sanki bi film izlermiş gibi, başlıyor eskiyi hatırlamaya sonra ardından özlem duymaya. Ben de bu aralar bu durumdayım desem pek yalan olmaz. Gelecekle ilgili çok kaygım da yok düşüncemde. Nasıl olsa gelecek bi şekilde?!

Açıkcası şundan 3-4 yıl öncesini, lisedeki hallerimi özledim. Şimdi okuduğum okulda o tadları alamamam, o duyguları yaşayamam düşündürttü ve özletti belkide.Lisenin verdiği ayrı bi samimiyeti, dostluğu, aşkı, hüznü, eğlenceyi, yorulmayı, içmeyi, muhabbeti, tenefüsleri, başkaları tarafından anlamsız görülebilecek fakat kendi içimizde bizim için çok anlamlı görülen şeyleri,uykusuzluğu,hocaları(bazı),okulu asmaları,çitlerden atlamayı,tunalıdaa delicesine koşup tuvalet aramayı, alt sınıfa gelen kızları kesmeyi, hayalleri, öss stresini, metro maceralarını, mc muhabbetlerini,derste gizlice müzik dinlemeyi,sandalyeyle kendimi arkaya doğru itmeyi,bom oynamayı,uçak yapmayı,dibe vurmayı, en üste çıkmayı ve bunun gibi millete çok saçma gelebilecek ama benim içimde çok özel ve ayrı yerleri olan duyguları özledim. Biraz da kendimi özledim. Underground rock gruplarını araştırırdım, delicesine şarkılar indirirdim ve millete dinletirdim. Lisedeki müzik ruhumu bile özledim. Tenten(lisedeki lakabım) olmayı özledim. Onun kendine özel duygularını, düşüncelerini, hareketlerini, zaman zaman da olsa yaşını değil de ya yaşından küçük ya da yaşından büyük şeyler yapmasını özledim.Onun o halindeki mutluluğu özledim belkide.Biraz da çocukluğu özledim. Hayatın sınavlarla boğuculuğundan sıkılıp, s****m lan demeyi özledim. En önemlisi o arkadaş ortamını özledim. Hoş, hala çok sık görüşüyoruz hala çok zevk alıyorum ama yine de insan arada lisedeki hallerini özlüyor.

Bazen mucize olsa da sabahleyim annemin " hadi kalk saat 7:30 oldu geç kalcaksın okula " demesini bekliyorum.(Bu arada saat kesinlikle 7:10 falan geçiyodur daha) O uniformayı bile özledim. En çok da bordo kravatımı giymeyi. Yeri ayrıydı keratanın ki bu yüzden hala saklarım. Yadigar vardı, kalemim. Yere düşüre düşüre kırılmıştı ama kullanırdım yinede. O da bi gün isyan etti, saklamaya aldım. Hala duruyor. Güya össye onla girecektim, peehh.

Kısacası, çok özledim. Şuan çok sıkılmamın bi etkisi var mı diye soruyorum kendime? Belki de vardır ama olmasa bile, o zamanki duyguların,tadların her zaman farklı olduğunu ve hep de öyle olacağını biliyorum.Keşke bi mucize olsa, bi günlüğüne bile lisenin o ortamına, tamamiyle aynı şekilde dönebilsem. O tadı, o duyguyu, o sevinci bi günlüğüne de olsa tekrar yaşabilsem.Keşke.

Gereksiz Not: Yazıda 12 kez özledim demişim. Azmış aslında. Ha bi de bloga, ya çok mutluyken ya da kendimi kötü hissettiğimde, yani kısacası duygu işin içine girdiğinde genelde bişeyler yazdığımdan adamı sıkabiliyor, farkındayım. Bu yazıyı hala okuyorsan, muhtemelen benim kafamdansın.Bitti.

6 Ağustos 2010 Cuma

Senden Başka

Hayatımda bi kadının yerinin çok ama çok özel olduğunu farkettim. Hani onsuz yapamam dersin ya, öyle bir şey. Hatta ta kendisi. Çünkü karşılıksızdır onun sevgisi, çünkü tamamiyle doğal, tam anlamıyla içten bi duygudur onunki. Çünkü en gerçeğidir o. En safıdır. Bunlar böyle gider ama anlatmak istediğim şey hiçbir zaman tam anlamıyla gelmez. Çünkü yaşanılır o. Altıma da sıçsam, kafamı da kırsam, hastalansam, gebersem o yanımdadır. Hani şimdi beni düşünen biri var mıdır gibi klasik triplere girmicem ama o hep seni düşünür, aklının bi köşesinde hep varsındır onun. Sıfatlarla kısıtlamaya gelmez o. Bambaşkadır o.

Çünkü benim annemdir o. Annem diye söylemiyorum ama bi melektir o.Bu kadın bu kadar mı iyi olmak zorunda? Bazen düşünüyorumda ulan ne istesem yapıyor, ne desem dinliyor.Peki ya ben? Öf anne tamam bakarız,yaparız falan filan. Klasik anne-çocuk ilişkisi. Yok bu olmadı, hadi ben klasik olabilirim ama annem asla. Şimdi bunları okusa duygulanır. Bense yine yazdık işte anne ya abartma falan der hemen kaçarım ortamdan. Şimdi niye yazıyorum bunları bilmiyorum ama hayatımda beni en gerçekci seven kadın o. Ölürüm laaaynn ben onaa.

Tamam benim cıvıtma modu geliyor. Annemle ilgili yazıya yakışmaz. Onu seviyorum ve bunu biliyor. O da bana yetiyor. Kıraç'dan nefret etmeme rağmen ondan bi şarkıyla bitirelim..

Bana candan bir kez aşkım diyen mi var senden başkaaa? : )

3 Ağustos 2010 Salı

Tırt Yazının Tırt Başlığı

Daha 2 saat öncesine kadar gayet iyi hissediyordum. Şimdi yine sebepsiz yere bi sıkıntı. Sürekli bi git gel. Hayır, ergenlik, blue çağı desen geçeli çok oluyor. Sabaha bu modumun tam tersinde kalkarsam şaşırmam.

Ha bak yazı biterken sanki yine değişti. Neler oluyor lan?!

Nutella kaşıklamalıyım.

Tuhaf

.

27 Temmuz 2010 Salı

Hayaller Hayaller Hayaller Bulutların Ardındaki Güneş Gibi Gerçek

Ulan düşününce hayallerimin bi o kadar pahalıya denk geldiğini gördüm. Bu da pek iyiye işaret değil, özellikle Türkiye sınırları içerisinde okuyan üniversite öğrencisiyseniz. Bazen 10 saat otobüs yolculuğundan sonra boynunuzda oluşan bi ağrıya, bazen televizyonda hiçbi şey bulamadığında sihirli annem izlemeye, bazense saçının şeklini değiştiren evli bi kadının kocasının bunu fark etmemesinden dolayı kadınında oluşan burukluğa benzer Türkiye'de öğrencilik. Keita'nın kendini yere atışında, klavyenin tuşlarının arasında, faturaların son ödeme tarihinde, bi otomobilin arka camındaki kirde, Cemal Süreya'nın kaybolan Y'sinde, sevgilinin yerli yersiz triplerinde gizlidir öğrencilik. Ya da siz söyleyin bana nedir öğrencilik? Nedir ?!

Hayallerle başlayan konuyu da cıvıttık lan ne güzel.

Neyse, konumuza dönelim. Bu seneki tatilimizi bize yakışır bi şekilde sona erdirdikten sonra seneye neler yapıcağımızın kararını bile aldık. Arkadaşlarımla kurduğum her hayalin gerçekleştiğini düşünürsek; bunun olmaması içten bile değil. Hatta ve hatta sadece paraya bakar. Seneyeki durak Amerika ! Yanlış duymadınız Amerika! Hazır üniversite öğrencisi olmuşken Work And Travel ile bi Amerika keşfine çıkmak, hele ki arkadaşlarla ve tam gidilecek yaşta olmak cidden paha biçilemez. Baştan söylemiştim ama bu pahalı bi hayal diye. Hayal demeyi kesmeliyim, eminim gerçekleşeceğinden. ( Seneye bu zamanlarda ordayken bi yazı yazdığımı bile hayal ettim. ) Vegas'ta poker partilerinde kağıt dağıtan kişinin ben olduğumu, New York'ta çekilen dizilerin setlerine kopa geldiğimi, Miami sahilinde ünlülere laf attığımı (abartı olabilir ), sıradan bi restoran da hamburgerimi ya da hotdogumu yediğimi, zencilerle sokak basketbolu oynadığımı, deli deli alışveriş yaptığımı ve bunları yaparken yalnız olmadığımı bilmek, hayal etmek.. Bi dakka lan çok uçtum. Olsun be hayal benim değil mi?! Bok hayal, gerçekleşecek olum başka yolu yok ! Altı üstü 2000-2500 $ biriktirmeye bakar 1 yılda. Kısacası önümüzdeki yaza kadar Amerika Amerika diye dolanıp durucam. Sonunda istediğimi alacağımı bildiğim için şimdiden mutluyum aslında. Yazının devamını seneye getirmeyi planlıyorum. Gelmemişse bilin ki bizden kaynaklı bir şey değil gençlik.

O değil de benim diğer hayaller de pahalı biraz. Şöyle ucuzundan, kelepir hayallerle idare etmeliyim seneye kadar. Evet, öyle olmalı gerisi fuzulidir.

Ha bi de ; Guiza'nın gol kaçırdıktan sonraki yüz ifadesinde gizlidir öğrencilik.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Evli, Mutlu, Çocuklu

Şarkı kendi içinde yeteri kadar tezat. Bunu söyleyen hanfendinin ise şarkıyla uzaktan yakından alakası yok. O da ayrı bi tezatlık. Demek istediğim ; herkesin belli istekleri ve olmak istedikleri şeyler var. Ama yapmak istedikleriyle, bize karşı gösterdikleri şeyler çok farklı. Yok ben aldatmayan bi sevgili istiyorum der, gider kendi aldatır. Yok hayalim evlenmek der, 10 tane adam değiştirir. Ya bizi kandırıyolar, ya da kendilerini kandırarak geçici mutluklar yaşıyorlar ya da yaşadıklarına o kadar inanıyorlar ki yaşamış gibi oluyor bu da. Son cümleyi okumasanız da olur ben de bi bok anlamadım.

Tezat hayatlar yaşanılıyor kanımca. Çok boş geliyor diyorum ama bunu düşündürüp bana bir şeyler yazma isteği de uyandırıyor görüldüğü üzere. Sorgulamayı kesip sadece izlemeli miyim acaba? O zaman gelsin Teoman'dan,

Suuus konuşmaaa, sözler kimin umurundaaaa : )

Benim Facebook'um Senin Facebook'unu Döver

Facebook artık amacını aşmış durumda. Arkadaşlarınla bir şeyler paylaşmak, güya sosyalleşmek için kurulmuş gibi gözükse de artık bence daha çok başkalarına üstünlük kurmaya çalışılan bi ortam olmuş. Hayatlarını facebook üzerine kurup yaşayan insanlar var ve o kadar sanallaşmışlar ki bundan mutlu olabiliyorlar. Örneğin; birisiyle çıkmaya başlayan bi insanın, eve gittiğinde yaptığı şey direk ilişki durumunu " ilişkisi var " olarak değiştirmesi. Nedir abicim bu hayatını facebook üzerinden milletin gözüne sokma çabası? Bi de nereye giderlerse gitsinler kesinlikle resim çekinilir ve yüzlerce resim atılır. Bugün şurdaydım, o gün burdaydım. Tamam koy resim ama ne bu çılgınlık, hayatlarının tamamı facebook üzerine kurulmuş ve eğlenceyi aşıp daha farklı boyutlara gelmiş durumda bence. Kısaca ego tatmini sanırım, ama bu aşırısı. Bunları yapanların çoğunun 12-20 yaşlarında insan olduklarını düşününce aslında yazdıklarımın hiç bi mantığının olmadığı da bi gerçek. Ne beklenilebilir ki zaten? Ama insan yine de sorgulama ihtiyacı duyuyor. Ortaokulda ya da lisedeyken facebook bu kadar populer olsaydı bizler neler yapardık cok merak ediyorum açıkcası. Sorgulamayı geçip kabul ettim artık. Herkes yaşının gerektirdiğini yapıyor ya da ben öyle sanıyorum.
Son olarak mutlu olmanın tek yolunu sanal yoldan bulanlara tebrikler diyelim o zaman.

Edit : Lan düşündüm de bu facebook olayını çok abartmışım. Sonuçta altı üstü insanların bi şekilde zamanın geçirdiği vs vs. bi site. İnsanların kişiliğini yansıtmak zorunda olduğu bi yer de değil. O zaman sorarım kendime bana girip çıkan ne? Abartmışız.

Naaptım beeen?!

Blogu açmak kolay, tasarlaması eh işte, bir şeyler yazması ise en zoru. Kafamdaki şeyleri kağıda dökme konusunda sanırım doğuştan özürlüyüm. Yazamıyorum arkadaş ki ben hayal gücü yüksek olan biriyim.Şimdi diyeceksiniz ki hayal gücüyle ne alakası var bunun? Olması gerekmiyo zaten maksat şu ilk yazım bitsin.
Lütfen bekleyin, bitiyor ..
Biliyorum, iğrençti. Ama olsun şurda bi sen bi de ben varız blogcan, sapıtabiliriz. Tüm bu saçmalıklar yatıp uyumama bi işaret sanırım. Daha farklı geri dönmek ümidiyle esen kal blog.
Öptüm bay!